bu sabah, beni çok seven birinin canını aldım.
...
cok üzüldüm, duvara bi çarptım kanı sıçradı. Foşş!..
..
sivri sinek evet, dudaamdan ısırmış,
.
(Sokakta, öğleni geçkince bir saat; En i geniş, bir kısmı istinad duvarlı, takriben 10 15 basamaklı bir merdivenin, boşluk kısmında, en yukarda ayakta duran bir adamla başlayan sahneye; Orta boylu kör, abartıya kaçmammış giyimiyle kuşamıyla bir palyaço girer, adamın arkasından gelmektedir, yanında da, ortaçağda gazete satan çocuk tiplemesinde yahut dilenci rolünde şapkalı, şortlu bir velet dolanmakta, bedeninin belden yukarısı tahta gibi kırılmış yere yakın, bacakları bükük, ses çıkarmadan palyaçonun etrafında dolanmaktadır, poposunu yere bu denli yaklaştırdığı vakit, abartılı el kol hareketleri dikkat çekemekte, ve bu kör adamdan kaçmaya çalışıyor izlenimi vermektedir.)
kör palyaço - ...gördün mü dedim sana dimi dedim, olmazsa olmaz dedim.
(daha ilk planda, merdivenin ilk basamağına geldiği vakit kör olduğunu anlayan adam bu palyaçoya bakar, o sırada sessiz çocuk adamın diğer yanından geçip palyaçonun önünde dolanmaya başlar, seri hareketleri kelebek gibi dönüşü..)
palyaço - ..olmaz dedim dimi sana olmazsa olmaz dedim.
(bu sırada merdivenin ilk basamaklarını inmiş olan palyaçonun yanından bir miktar daha uzaklaşan çocuk, palyaçonun uyarısıyla geri gelir)
palyaço - Gel burayaa! Henüz hazır değilsin.
(rolünü başaramayan çocuk doğrulup palyaçoya yaklaşır, mesafeyi kısaltınca tekrar eğilip kelebek rolüne devam eder, bu sırada merdivenin tamamını inmiş olan palyaço konuşur)
palyaço - Afferim. Gördün mü dedim sana dimi dedim, iki kişi olmazsan olmaz dedim.
(palyaçonun bu alışılmadık repliğini, oldukça silik duyan adam daha da dikkat kesilir ve gözleriyle takip ederek merdivenin aşşağısına indirdiği bu garip insanların ellerinde bi şey olduğunu fark eder. Nelli belirsiz "iki kişi" diye mırıldanıp hemen cüzdanına eğilir, cebinde olmadığını fark eder kafasını kaldırdığı anda palyaço bi yana çocuk bi yana.. çoktan uzaklaşmışlardır.)
(daha sonra, köşe başından geri gelen palyaço cüzdanı fırlatır, ‘dedim sana dimi dedim der’ çocuğun kaçtığı sağ taraftan, ellerinde uzunlamasına büyük bir afişle bir kaç sirk insanı gelirler ve bir sirke davet ederler)
(daha sonra, bir mısır gevreği imajı gelir, ve kahvaltının günün en önemli öğünü olduğunu söyler ve dikkat dağınıklığını azattığını vurgular)
(daha sonra,
ilişkili oldugum bir dalavere yuzundenmi öldürüldüm? zannetmiyorum. ben ölmneden önce iki uzun çubuğum vardı. ve hayatım boyunca daha fazlası olmadı. cok da uzun olduğunu söyleyemem hayatımın ama, evet benim diyebileceğim iki çubuk. Yada sırf avuclarımda tutabildigim için mi benim olduğunu sandım..
kimse bilmiyor, yada kanıtlanamıyor ama bi de katilim aslına bakarsanız. bunu bilyorum, bunu bilyorum çünkü ölmem için tek sebep katil olmam olabilir. iki çubuk.
Belki bu noktadan sonra beni dinlemek istemeyebilrisiniz. ama içimde kalmasınıda ben istemiyorum. kardeş katili olmam, eğer görebilseydim yüzündeki çizgileri belirginletirecek kadar ağır annem için. Ama şimdi ona bu denli bir acı yaşatmadığım için mutlu sayabiliyorum kendimi. altı üstü iki çubuk. avcumun içinde, oyalanabileceğim tek şey buydu, yuzunu pek göremediğim kız kardeşimi öldürmeme sebep oldu. Aaah! yine böyle söyledim. söyledim ama emin değilim ha. Belkide başka bir sebebbi vardır ölümümüzün, ama içimdeki şu nalet his..
Ayak. ömrüm boyunca, şu kısa hayatım boyunca görebildiğim en şahane şey bir çift ayak oldu. Vakti gelseydi, kapalı garajından bindiğim arabamla ayrıldığım evimin manzarasına denk ve yine kaplı garajıyla ulaştığım ofisimden seyredeceğim boğaz, deniz manzarası bana benzer şeyler hissettirecekti. Bundan eminim, çünkü kapalı bir hayat, hissetmeye aç olduğum duygularımı kaşımaktan başka ne yapablir? ilişikte olmadığım insanların arasında farkedilebilme luksüm yok ki! Çok açık değilmi sizcede, yokum işte orda farketmişmiydinz beni? Ama belki bu kadar dayanıp dinlediyseniz farkedebilrsiniz,( o zaman artı bir olrum) çünkü şu anda beyaz ışığın içinde kan damlası olma ihtimalime dair konuşuyorum, belki o vakit gelseydi, peyaz peçetedeki minik pıhtıcık size bunları yazamayacak, hatta ulaşamayacaktı bile. Uff.. heryer kırmızıydı, avuclarımın içinde de iki çubuk.
itiraf ediyorum, basit bir kıskançlık krizi, benim göremediğim ayaklarımdan daha güzel oldukları için sırf. daha güzellerdi, çünkü gördüğüm en güzel ayaklardı ve en güzelden daha güzeli olamaz. Amacım basitti. Fark edilmek. her yer karanlıktı ama bilyorum kırmızıydı da aynı zamanda ama göremiyorduk o ayrıı.. olsun ama kırmızıydı ve bizde kırmızydık ama O'nun ayakları muhteşemdi. eşittik, ama o vasatın üstündeydi. aynıydık ama kendiliğinden yüksekti. ve elimden bişey gelmez ki aynıysak eğer. ve beni farkedemezdiniz ki. bu böyle değilmidir? öyle ya farketmişmiydiniz dinleyene kadar?
Orada olmakla burda olmanın farkı şimdi başlıyor. siz beni dinleyince başladı. çubuklarımızı değiştirmek aptalca bi fkir olablir, ama o ekis bir durumdan artı bir'e beni; bu cinayetim taşıdı.
..yoksa ölmem öldürmemm, hepsi hikaye.
(ceninin cinayeti; fark edebilmemmiz için, eksi durmunu artıya çevirmek için bize bunu dinletmen mi gerekiyordu sadece.)
-biz demiyoruz onlar pi diyo
-pi bir olsun diyosun yani
-hayır evet, ama sadece bir diil
-bundan sonrası karışıyo işte.
-pi, denge sayısı.. pi yi bu gunki matematikte sonsuz olarak ne kabul ediyorsak o kabul edip, aynı zamnda baslangıc sayısı olarak kullanmaktan bahsediyorum yani bir.
-hem baş hem son
-tıpkı bir çember, dunyayı duz bir tepsi zannedenler sayı doğrusnu uydurmuş olmalı
dişçi korkusu
doktor Erol bey başarılı bir diş hekimiydi. şehrin merkezinde büyük bir muayenehanesi vardı. Erol beyin hastaları bu muayenehaneye gelmek için can atan çocuklardı. her gün o kadar çok çocuk gelirdi ki, artık muayenehaneye giden yol üzerinde sürücülere dikkatli olmaları için işaretler yerleştirilmişti. Doktor Erol bey kapı her çaldığında biraz daha mutlu olur biraz daha gülümserdi. her gelen çocuk oyun odalarından birine geçer ve sabırsızlıkla sıranın kendisine gelmesini beklerdi. Sıra kendisine gelen çocukları hemşire ablalar çağırır, birlikte büyük odaya giderlerdi. Erol bey çocuklara dürüst davranarak, onlarla birer büyük insan gibi konuşurdu. kendilerinden biri gibi gördükleri bu komik adamdan korkmayan çocuklar rahatlıkla tedavi olurlardı. Erol bey iki kapılı bir daire tutmuştu kendisine. bir kapıdan müşterileri kabul ederken diğerinden uğurluyordu. böylece hiçbir çocuk muayene öncesinde tedirgin olmuyor, sakin sakin oyun oynayabiliyordu.
O gün Erol bey bütün hastalarıyla ilgilendikten sonra evine gitmek için hazırlanmaya başladı. Çantasını topladı aletlerini düzeltti tam dışarı çıkmak için kapıya yöneliyordu ki birden zil çaldı. Normal şartlarda bu saatte kimseye bakmazdı. zaten o saatte hiç bir çocuk evinden uzakta da olmazdı. bütün muayenehanenin ışıkları kapalı, cıvıl cıvıl misafirleri evlerindeydi. Kapı zili bir kez daha çaldı. Muayenehane duvarlardaki şirin resimler ve rengarenk oyuncaklar sayesinde kokutucu sayılmazdı belki ama yine de pek eğlenceli görünmüyordu. Üstelik bütün hemşireler evlerine gitmişlerdi. Erol bey bir süre düşündükten sonra kapıyı açtı. küçük bir çocuk dişini tutuyor anne ve babası da telaşlı yanında duruyorlardı. Hemen içeri davet etti onları. küçük çocuk ağlamaklı bir sesle 'anne eve gidelim noolur' diye sarıldı. babası oğlunun başını okşadı.
'Doktor bey' dedi,
'Ali dişlerini fırçalamıyor, hep çikolata şeker yiyor'
Erol bey 'bende çikolatayı çok severim' diye cevap verdi. Ağlamaklı Ali biraz duraksadı, bu garip adamın söylediklerini dinlemeye başladı.
'bizim sözümüzü hiç dinlemedi şimdide dişi ağrıyor.' diyerek söze karıştı annesi '..sizi bu saatte rahatsız etmek istemezdik ama bir türlü uyumadı yarına kadar da bekleyemedik.'
Erol bey boynunda doktorların kullandığı göğüs dinleme aletiyle dolaşırdı. gün boyunca onu hiç kullanmazdı ama diğer meslektaşlarından daha çok işe yaradığı bir gerçekti. cebinden bir çikolata çıkartıp Ali'nin eline verdi. ve dinleme cihazını kulağına koyup Alinin yanaklarını dinlemeye başladı. Anne ve babası şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar, ali gülüyordu, bu komik adam alinin boynunu ve yanaklarını dinlerken parmaklarıyla gıdıklıyordu. Sonra aliden ağzını açmasını istedi ve ali hiç tereddüt etmeden ağzını açtı ve aaa diye bağırmaya başladı. bir yandan da gülüyordu. Doktor Erol bey alinin boğazına bakmıyordu tabi ki. Ama ağzını açtırmayı ve onun güvenini kazanmayı başarmıştı.. ali bu yeni adama güveniyor, ondan korkmuyordu, o gece yatmadan önce dişlerini fırçalaması gerektiğini söylediğinde gülümseyerek başını salladı. Erol bey Alinin anne ve babasınıa onu ertesi gün getirmelerinin daha uygun olacağını, şimdi yapılacak acil birşeyin olmadığını açıkladı. Ertesi gün geri gelmek üzere, hep birlikte muayenehaneden ayrıldılar.
(dip not: sorunlu baslık niyetine sonluk cumle; şekere benzeyen ilaclar.)
Canın babası büyük bir şirkette çalışıyordu. Can okuldan döndükten bir saat sonra babası eve gelir, beraber akşam yemeğinin hazırlanmasına yardım ederlerdi. Canın annesi güler yüzlü bir kadındı. Can okuldayken eve hep misafirleri gelirdi. Ama can okuldan gelmeden evden ayrılırlardı, çünkü can evde eğlenceli şeyler olurken ders çalışmak istemiyordu. Matematik dersinden de bu yüzden hoşlanmıyordu. Çünkü matematik dersi cana göre hiç de eğlenceli değildi. Tam tersine bir sürü rakamın olduğu karmaşık bir dersti.
bazı günler canın babası işten erken çıkar, canı okuldan alırdı. Beraber alışveriş yaparlar, birlik te eve dönerlerdi. Markete gittikleri zaman can hep babasına oyuncak aldırmak isterdi, ‘baba gel bak sana bir şey göstereceğim, al diye söylemiyorum, sende gör’ derdi. Beraber oyuncak reyonuna gidince de, babası cana bir oyuncak alırdı. Bu yüzden can babasının işten erken çıkmasını çok seviyordu.
Bir gün okulda öğretmen bir hikaye kitabı okudu. Kitapta çocukların yatmadan önce dişlerini fırçalayıp uslu uslu yataklarına giderlerse, uyumadan önce istedikleri her şeyin gerçek olacağı yazıyordu. Can çok heyecanlandı. Zilin çalması ve eve gitmek için sabırsızlanıyordu. O gece erkenden yatmak için herkesten önce yemeğini bitirdi, dişlerini fırçaladı, anne ve babasını öpüp odasına gitti. Ve babasının bir daha hiç ise gitmemesini hep onu okuldan almasını istedi ve uykuya daldı.
Bir kaç gün sonra can eve geldiğinde babasının arabasını gördü. Babası ondan önce gelmişti. Can babasının neden okula uğramadığını düşünerek zili çaldı. Kapıyı açan annesi üzgündü. Babası da içeriden cana el salladı ama o da pek keyifli sayılmazdı. Can neler olduğunu anlamadı, zaten hiç bir şeyde söylemediler. O gece can yatağında dondu dondu durdu bir turlu uyuyamadı. Salondan annesiyle babasının seslerini işitti. Gizlice kapıya kadar geldi. Masanın başında oturan babasının elinde bir kalem ve kağıt vardı. Bir şeyler yazıp çizgiler çekiyordu.. Annesi de karsında oturmuştu ve üzgündü. Can annesiyle babasının neden üzüldüğünü anlayamadı ve yatağına geri dondu.
ertesi gün can okula giderken babasının pijamalarıyla salonda oturduğunu gördü. İşe gitmek için hazırlanmamıştı. Annesi beslenme çantasını hazırlayıp canı servise bindirdi. Araç hareket ederken can arka camdan üzgün yüzüyle el sallayan annesine bakıyordu. Bütün gün boyunca anne ve babasına neler olduğunu düşündü can. Derslerin bitmesiyle birlikte hemen eve gitmek için servisine gitti, ama babası oradaydı. Canı kucakladı J beraber gülüştüler. Babası hep sakalar yapıyordu. Eve gelene kadar güldüler. O kadar çok güldüler ki can, alışveriş merkezine gitmediklerini anlamamıştı.
annesi babası ve can hep birlikte güzel bir aksam yemeği yediler. Canın annesi gülümsüyordu, ama mutlu olmadığı belli oluyordu. Can uyumak için odasına gittiğinde babasıyla annesinin yine aynı masada bir şeyler yaptığını duydu. Geri dondu ve daha dikkatli baktı. Babası bazı rakamlar yazıp, siliyordu. Alt alta yazdığı rakamlar aynı okulda tahtaya yazılan rakamlar gibiydi. Can dersi hatırlamaya çalıştı ama bir turlu hatırlayamadı. Babası okula gitmişti tabi ki, ama herhalde oda unutmuş olacak ki her yazdığını siliyordu. Can çok üzüldü babasına yardım edebilmek istedi ama oda dersine çalışmadığı için ne yapması gerektiğini hatırlayamadı. Annesi babasına başka bir iş bulabileceğini, işten çıktığı için o kadar üzülmemesi gerektiğini söyledi kısık sesle. Can bu söylenenleri duymadı. Duysaydı daha çok üzülürdü. Olanların kendi sucu olduğunu düşünebilirdi. Daha çok oyuncak isteyen daha az ders çalışan bir çocuk olması yetmiyormuş gibi birde babasına yardım edemiyordu.
Ertesi sabah canın annesi mutfaktan gelen tıkırtılarla uyandı. Can herkesten erken kalkmış okula gitmeden önce dersine çalışıyordu, mutfak masasında derslerini tekrar ederken kapıda annesi ile babasını görünce günaydın diye kocaman bir gülümsemeyle baktı yüzlerine. Babası yaklaşıp, ‘aferin demek matematik çalışıyorsun’ dedi. Annesi de çok mutlu görünüyordu. Servis arabası geldiğinde annesiyle babası beraber kapıya çıktılar ve el salladılar. Okulda daha çok çalışması gerektiğini düşündü can. Bütün dersleri çok dikkatli dinledi. ‘Birazcık ilgilenince matematik çok zevkliymiş’ diye geçirdi içinden.
Artık geceleri babasıyla beraber matematik dersi çalışıyorlardı. Ödevlerini yaparken babası kontrol ediyordu. Canda babasına matematik öğrettiği için çok mutluydu. İlerleyen günlerde babası başka bir iş buldu üstelik, yeni bulduğu iş canın okuluna çok yakın olduğu için sabahları hep babasıyla okula gidiyor, yol boyunca gülüşüyorlardı.
bitti.
kück olaylar buyutur büyük olayları yok sayar
cin atasozu derki, küçük toplumde kuıcuk seyleri abartırlar buturler , buyuk toplumalrada buyuk seyler kucuk seyler gibi görülü....
Olayın bu yazıyada aksetmesinin sebebi kuşkusuz, kusursuz plan aşamasıdır. Peki ama bu kadar kusursuz bir plan hazırlayan hazırlayacak beyinler nasıl olurda geleceklerini düşünmezler?
Amerika syn papanın ricasıyla orta asya'nın topoğrafyasını düzenlemeyi birkaç gün erteliyerek, ilginçtir İngilizlerin Amerika kıtasını fethine (colombus tarihine) denk getirdi. Asyaya bir deniz ötesi kıta operasyonu daha...
Kararlı bir kalkış yapan amerika "Bu çapta bir olay kim tatrafından yapılabilir? " sorusunu üzerinde yeterince durmadan cevaplandırdı ve aynı hızla cevap şıkkını dünya haritasında işaretledi. Saygıdeğer dostlarındanda yardım isteyerek bir dünya devine karşın afgan halkının beslediği söylenen teröristler çatışmaya başladı. Bu tam yeşilçam kahramanlık klasiklerine aday bir senaryodur. Gecenin karanlığında altıpatlar tabancasıyla kör teröristler, uzi'li nişancılara karşı... Biz Türk Silahlı Kuvvetleri olarak nişancılara kovan taşımakla yada ölmesi gereken aktörün yerine dublör olarak katıldığımız bu filmden üç kuruş almıyacağız., belki borç tarihimiz ertelenecek. Peki bu olaydan kim yararlı çıkacak? Altıbin insanını kaybeden Amereika mı, yoksa uçakları kaçırttığı söylenen ve ölümü ensesinde hisseden eski amerikan gizli servis elemanı Laden mi? Ben söyliyeyim bu şıklardan doğru olan cevap silinmiş!..
Bu gün Amerikayı kim yönetiyo sorusuna doğru cevabı çok az kişi verebilir. (yarın daha az olacak!) Amerikayı başkan yönetmiyo, parlamento mu? Hayır parlamentoda yönetmiyo. Amerikayı, parayı elinde tutan ve o ölçüde parlamenterler kullanan, bir iki belki üç adamıyla parlamentoda ki olayları yönlendirenler yönetiyo. Peki üç beş kişiyle yön verilebilinirmi? Hayır verilemez, bu adamlarında kralları vardır.
Almanya sanayi inkılabı ile birlikte fabrika şehirleri devletine dönüştü. Alman yatırımcı parasını Almanyada, pek tabiki İngiliz yatırımcıda İngilterede tutmak, memleketini kalkındırmak ister. Ancak bu dev paralardan, yatırımlardan kat kat daha üstün bir para var ki... O da finans kapital sahiplerinin arasında dönen likit para. Bu insanların belirli bir toprakları yoktur, dünya onlar için bizimkinden daha yuvarlaktır. Belirli bir vatan kavramları olmadığı için yatırımların nereye yapıldığı pek bi önem arzetmez. Hatta paradan çok daha fazla ilgilendikleri birşey vardır ki o da güç, egemen olma, bu uğurda para harcamak sorun değildir. Orta asya (Afganistan) Amerikanın desteği ile Ruslara saldırmasaydı da kalkınsaydı, yada Amerika eski bir ajanının tuvalete giriş çıkış saatlerini bile biliyorken; uçak saldırısı planlama ve gerçekleştirmesine göz yumduk, sonrada bu oldu demeseydi de ucuz orta asya petrolleri dünya pazarına çıksaydı hali hazırdaki kuyu sahiplerinin zararını kim ödiyecekti? Yada dünyanın her yerine sokulmaya çalışılan çatışmalar, öldürülen bebekler olmasaydı'da o babalar, gençler ellerine silah almasaydı Amerikan-Rus teknolojisi temelli silah tüccarlarının karnını kim doyuracaktı?
Ellerindeki gücü garantilemek içinçalışmış beyinler sonuçlarını görmektedirler. Bu gücün paradan daha kıymetli olduğunu anlayıp bu yönde bir dünya siyaseti izlemişlerdir. Kökleri IV. haçlı seferi sırasında derebeyi ve kralların pisa, venedik, cenova, marsilya gibi italyan liman şehirlerinde yaşıyan yahudi bankerleri zenginleştirmesine dayanan ve bugün dünyanın başına dert olanbu insanlar geleceğin parlak gözlerine gölge düşürmektedir.
Görülmeyen bir düşmanla karşılaştığını söyleyen Amerikan başkanı syn kovboy buş aynı şeyi haykıran, hatta aynı şeyle savaşan dünyanın dört bir yanına dağılmış düzen madurlarının sesini neden duymazdan gelir bilemem ancak şu var ki dünya üzerinde köklü değişiklik yapmak isteyecek gerçek terör örgütleri kurulursa atom bombalarını taşıyan uçakları havalandıktan bir saniye sonra imha edicek, ülkeleri bir kaç dakikada şiddetli depremlerle sarsabilecek bir teknoloji kullanır... İnsanlık kendi sonunu kendi eliyle tatsızlaştırdı. İşin acı tarafı bu olay karşısında deli gömleği giydirilmiş gibi elimizin kolumuzun bağlanması, bu olup bitenlere karşı hiçbirşey yapılamamasıdır, ve ne yazıkki bu gerçeklerin üretilmiş komplo teorileri olduğunu düşünüp üzülen ahmakların hayıflanmalarını dinlemektir.
Saygılarımla
Lise Dergisi 11/G 829
16 Ekim 2001 Cumartesi
"Yaşam, sanatı destekleme sistemi değildir. Bunun tam aksidir"
Stephen King' "On Writing"
Dünyanın en renkli şehirlerinin akdenizde tıkılı kaldığını düşünmeyin! Peruda Lima, Meksikada Guanajuato, Arjantinde Buenos Aires en az İtalyada Riomaggiore kadar renkli şehirler.
Sıcaklar insanı bişey yapıyo diye düşüneblirisn. ama o bişeyden Norveçte Danimarkada da var.
benim anlamadıgım şey; bi kaç şehiri yutan şu mega kentlerdeki versiyonu neden bu kadr cok parayla ilişkili? neden hep gelir sevyesi düştükce renkli binalar artıyo?
..aklına ilk gelen cevabı dinimarkayla hollandayla bi karşılastırmak gerek.
Bu değişim öncesi Gazetenin çatısı altında çalışıyor olmaktan onur duyacağım için bu iş başvurusunu yapıyorum
maket ucakları neden asarlar ki? yani gercekci olması icin havada durması mı gerekiyo, ucak dedigin hem havadadır hem karada lastikleriyle, gercekci olmayan havadayken duruyo olması degilmi? bari duracak o zaman karada sergilensin, ne diye insan havada ve duran bi obenin daha çok uçak olduguna inanırki..
yakın zamanda insanalar felaketlerle yok olacagımızı duşunselerde, ki bi kısmı haklı da olsa, buyuk bir kısmı yeni olusturulmuş şehirlerde yaşamlarını surdurecekler.
nispeten eski yerlesim yerlerini revize etmeye calısmanın,yeni tuneller metro istasyonları uretmenin, en basit ama zaruri buyuk santiyeyi bile kurmak icin bisuru siyasi dudagın kıpırdamasına imzaların atılmasına bakan ortak akıl daha fazla sabredemez.
yakındır ki; yıl icinde yapılan göçler, halinden memlun olmayan ama başka sansı olmayan insnalar, nitelkli çalışanlar ve niteliksizler standartları doldurmayı başlayacak. artık tesdufi tahminlere dayanan rakamalr olagan sayılmaya başlancak.
boyle bi ortamda, yapımı 3 ila 5 yl arasında tamamlanabilecek, başlangıcında tamamen bos olan, kimsenin olan, devletin olan araziler hesaplanan aralıklardaki sayıda kişilerin yaşayabilmeleri iccin hesaplanan tasarımlarda ve iş gucu-gelir -sosyal cevre dengesinde uretilmiş şehirlere taşınacaklar. yapımı 5 sene suren bu kırlık cokrak, kimi zaman yeşillik alanlar 5. senenin sonunda, metrolarıyla iş yerleriyle evleri parkları ve guvenlik teşkilatlarıyla 4 dortluk hazır halde teslim edilip, bir iki hafta içinde çalışır hale gelebileceklerdir.
ortak akıl, artık daha fazla kırmızı ısıklarda, sıkısık trafikte bekleyen arabalrın boşa yaktıgı yakıtlara tahammul edemez, artık daha falza ev yıkıp apartman onarmayı finanse edemez, cografi veya beşeri sebeplerle yamuk yumuk yapılmış yollarda ceryan eden kazalardaki hayat kaybına göz yumamaz
bunca zaman geçmiş gitmiş insanlık tarihinde, hiç bir yalanın gizli kalmayacağına dair telkinlerle nesiller yetişmiş büyümüş ve ölmüşler.
bu edepsizliği iyicene elimize aldıgımız 20. yuzyıl kimseyi öldürmüyo, hiç görülmemmiş kayıt secenekleriyle gittikçe çoğalan, gidipte yerine yenisi gelmeyen, bilakis yenileri geldikce eskilerini tutup cıkartan insallarla dolduk.
tarih tekerrür ederken, dogru bilgi, yanlıs bilgiyle harmanlanıp değirmene verilirdi, damla damla akan özlü sözler meydana gelirdi. altın damlası o sözler bizlere tarihte yapılmış yanlışlardan birer ders niteliğindeydi.
şimdi bu gunde nasıl atasözü oluşacak? yeni bi soz peydahlansa, ilk kim kullanmış diye, bakanımız cıkmazmı ekrenlara, ve patent,ve sozu kullanann yaşamsal tercihleri, ilişkileri, ailesi hepsi hepsiii ..
şimdi kim bize soylicek? bu yuz yıl boyunca kimi duymak istedigimizde, sesini dinlemedik ki milyonlarca km ötede bile olsak, hatta ölmüş bile olsalar.
bu gun saatlerce ugraştım, kendini akıllı ve yabancı dusuncelere acık biri olarak tanımlayan, daha dogurusu tanımlamak diilde içten ice buna inanan insanlardan birne anlatmaya, simdide size deniycem, cunku bana genel olark 'tamamda bişi demiyosun ki sen' diyodu,, başkada bişey demiyodu.
hani şeyi sordum, acaba hala farkında olan insnalar varmı dedim kitabı soldan acmakla sagdan acmayı ayıran şeylerimizi kaybediyoruz. o şeylerin bi ismi yok ama dedim, hani varya, dedim. önceden hadi kagıt bulunmuş parşomenler ust uste konmuş, papiruslar rulo yapılıp saklanmıs, sonra da dogal gereksnim olarak bu ust uste duran kagıt parcalarından kitap yapma ihtiyacı dogmuş. işte bi kac cumleyle yazdıgım bu şeyler yuzyıllarca surede ancak oluyo, hani bi dede, kendi kucuklugunde kagıt isiyle ugraşan bi akrabası neysi bişeysi varsa ogreniyo bişiler, o torununna kadar aynısnı aktarıyoo, ki bu arada bisuru başka hayatlarda var. ama neticede o yuzyıllar suren arada birileri diyoki meslea artık bunnu kitap yapalım, o ne? kitap die bisi yok, birileri diyoki bunları ustuste koyup baglyalım yan cevirip tek tek okuruz, beri ki diyo ki niye hepsni elinde tutuyosun acıh da baa ver. derken birileri bir baska leri nin yazdıgı kagıtları toplarken ust uste koyuyo, bi başka birileri de alt alta koyuyo. biz bu gunki dunyada hem alt alta koyanların hem ustuste koyanların kitaplarını, ve onları oyle okuyanları gorebliyoruz, yani aslında farklılıgın farkındayız. ama yarınki dunyaya bu anlamda ne taşıyablicegizki yan. bu yuzyılardan yarınkilere ne gbi farklılıklar, yani demek istedigm amerika ne yaprsa, evlenmeden boşanmaya, cocuk yetistirmeden tv yayınları, avrupalı ressamlar, dogunun dogruluk felsefesi tırnak icinde butun bu farklılıklar her birimiz icin aynı olan farklı şeyler, halbuki herbirimize farklı gelen aynı şeylere ihtiyacımız yokmu?
edebiyatı guclu olması icin bi dilde cok sesli sozcuklerle eş sesli sozcuklere bagımlı diilmiydik? 1984 te bu konudan bahsetmiyomuydu G.Orvel?
bir mektup yazmaya başlıyorum, o yüzden okumak zorunda kalanların, okudukları şeyin bir mektup olduğunu bilmelerinin önemli var kenarını yakmasakta, DüN telsiz kullanmaya başlamış ondan önceki günde mendil düşüren bi geçmişimiz olduğu için 'b' ile yazılan 'mektub'u biliriz.
a. Zeki olmak.
b. Yaptığı işin felsefesi üzerinde en az 2 saat 45 dakika konuşabilmek.
c. Radarlarının açık olması, dijital dünyada olup bitenden haberdar olmak yani.
d. İşe yeni boyut ekleyebilmek, bizi şaşırtabilmek.
e. Komik olmak.
gibi şeyşer aradığınızı söyleyen şeyler okuduğumda;
denedik, ama kabul etmediler, biz bir gurup estetik cerrah olarak, amerikadaki egitimimizde bize burs verenler gibi hayırsever olmak istedik, ustumuze vazife olmayan amelyatları inceledik, sonucçlar çıkardık ve neticede bir çözüm yolu bulabildik.
idrarın dısarı tılmadan önce bekletildigi keseye bir hortum baglayıp, migdeye geri donmesini sagladık, boylece kişi hem çişini yapabilcek, hemde onca sıvı yuzde elli yuzde elli dısarı atılmadan degerlendirilebilecekti.
fakat afrikadaki hukumet onerimize sıcak bakmadı, fakat biz yılmadık umutluyuz, yeni hazırladıgımız TV reklmları oldukça etkli olacaktır.
ekibimizdeki piskiyatrist arkadasımız bize tam destek verdi. her aşamada. sagolsun
naapsaydım?
hissettigim seyin gercek zevk oldugunu bilyosam neden yapmayayyım.
gittim, denedim, denerkende tamammen kendimi verdim, icime işledigi kadar o yum artık, daha fazla diil.
ve ne var bilyomsn, artık golgesi o kdr buyuk diil.
"Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orda güneş batıyor demektir"
-çin-.
..nasıl göründüğümü bilmiyorum.
nasıl.. ..görunmek istediğim gibi görünmüyorum,
nasıl görünmekten rahatsız olmuyosam öyle görünüyorum.
16.07.2008
bakırkoyde bir heykel var...
sevgili hocam,
sene basında sizin ders anlayısnızla ilgli size acizane fikirlerimi belirtmek istemistim ki beni, bu isi yıllardır yaptıgınızı, ve en dogru yontemin bu olduguna inancınız ile cevaplamıstınız. (mim 405) endustri devrimi oncesi mimarlıgı baslıklı ders, kanatimce bir sanat okulunda okutulması gereken, ve gercek bir genel kultur deposu olarak nitelendirilebilecek bir derstir. Fakat bu derse mimarlık bolumunden arkadaslrımız zorunlu olarak gelmek durumunda oldukları icnmidir yoksa, miamrlık fakultesinin genel dersleri bu duzeydemi geciyodur bilemiyorum, butun bir donemi kendimi 'lise' sınıfında hatta belki bir ortaokul da okuyormus gibi hissederek gecirdim. kosusturan ogrencilerden, 'cocuum kapayın cenenizi diyorum aaa' diye bagıran universite hocalarına kadar arasını sizin doldurmanızı rica edicegim bir yelpazeden bahsediyorum. dolayısı ile c vitamini dolu bir portakala enjektorle doldurulmus musluk suyu misali, zorla doldurulan o guzelim ders, verimsizlikere sahit oldu. mailimin basında da belirttigim gibi, ilk dersten bu konudaki endiselerimi belritmis, ve sizin kontrolunz emin ellerde oldugu guvencesiyle dersi brakmaktan vaz gecmistim. malesef bu ders benim genel kultur depom olmaktan ziyade, bir yuk olarak sene sonu karneme tasındı, nitekim edindigim gorgu bilgi akabinde doldurdugum sınav kagıdı fx gibi, son derece ogrenci-ogretmen ilskisne ahlakına aykırı bir notla odullendirldi. bir genel kultur dersinde, ustelik butun dersleri slaylarla gecirilmis bir derste F notu vermek, F alan ogrencinin degil veren kisilerin dusunmesi gereken bir noktadır.
ben notumu aldım ortalamamı 3.11 olarak karnemde gordum, dersinizi hiic secmemmis olsaydım 3,52 alıcaktım, dersinziden B alsaydım 3,53 alıcaktım, yani o sizin cok guzel kontrol ettginz sistem benim not kaygısında olmayan, sadece dersinizi almak isteyen bir ogrenci olusumu goz ardı etti. neticede derslerini lise standartlarında yuruten biri olarak siz bu maili bir sitem maili olarak algılayacaksınızdır. oysaki bn basımızı soktugumuz catı adına medeni bir iletisim kapıısı yakalıyabileceginizi umarak gonderiyorum. kendi adıma boyle bir pencere dahi dusumuyor, benden sonraki ogrencileriniz adına, en azından onlardan daha ozgur biri olarak sorumlulugumu yerine getirmek istiyorum. nitekim onların yerinde olsaydım agzımı acamzdım oyle degilmi?
-------------------------------------------------------------------
(bu mail, bahsi geçen hocaya direk, okulla ilişkisi olan 10 öğretim görevlisi profesör vs. karma bir listeyede bilgilendirme maili olarak gönderilmiş, muhattabından cevap alınamayınca ertesi gun tekrar aynı mail bu sefer 20 öğretim görevlisi ve ertesi gun 30.. şeklinde devam etmiştir.
-------------------------------------------------------------------
17.07.2008
Slm,
Bu mesajın bana neden geldiğini bilmiyorum ve dersin içeriğine ve verilme biçimine de hakim değilim ama öğrencimizin lise benzetmesi ile Fx içeren sisteme yaptığı eleştirilere genel olarak katılıyorum. Bütünleme Fx’e göre çok daha doğru bir yöntemdir düşüncemi de uzun süredir çeşitli ortamlarda dile getiriyorum…
Lise eleştirisi ise çok köklü ve uzun soluklu bir değişimi gerektirir…
Var mısınızJ
Saygılar,
Doç. Dr. Murat C... Y..
-------------------------------------------------------------------
17.07.2008
Valla çok etkileyici bi yazı ama benle ne ilgisi var onu çıkartamadım
------------------
Bu ne ki? Bişi annamadım.
------------------
saygıdeger hocam;
Ayla hanıma attıgım bu mail, asla sahsıyla ilgli olmayıp tamamen ders isleyisine yonelik farklı bir fakulte ogrencisinin dilinden bir kac cumledir. amacına ulasması, ve okunup degerlendirlmemesi uzerine her gun farklı 10 ogretmenimi bilgilendirip yeniden gonderiyorum. sizleride haberdar edisimin sebebi bu temeldedir.
vaktinizi caldıgım icn bagıslayın.
-------------------------------------------------------------------
18.07.2008
bana bu maili gönderen ve ismini yazmayan değerli öğrencim.
bir dersin verimliliğinin artması için birden fazla taraf olduğunu bildiğini kabul ediyorum.
yapmış olduğun eleştirileri anlamaya çalışırkane yakıştırmalarını anladığımı söylemek zor. Dersine ilişkin eleştirilerini ders hakkında bilğim olmadığı için bir şey söylemek istemiyorum. Ancak senin dersten daha fazla yararlanmak adına neler yaptığını ve yapmış olduğun çalışmalar için dersin hocasından taleplerinin ne kadarının karşılandığını öğrenmek isterdim.
Yapmış olduğun eleştiriyi eğitimin daha iyiye ulaşması için yapıldığın kabul ediyor, MARİFET İLTİFATA TABİ olduğunu hatırlatmak isterim.
L. Y.
----
not:Mail, isim içeren bir adresten gayet açık gönderilmişti.
----
saygıdeger hocam;
Ayla hanıma attıgım bu mail, asla şahsıyla ilgli olmayıp tamamen ders isleyisine yonelik farklı bir fakulte ogrencisinin dilinden bir kac cumledir. amacına ulasması, ve okunup degerlendirlmemesi uzerine her gun farklı 10 ogretmenimi bilgilendirip yeniden gonderiyorum. sizleride haberdar edisimin sebebi bu temeldedir.
vaktinizi caldıgım icn bagıslayın. sami
ek: bununn yanısıra dersten daha fazla yararlanmak adına derse katılım dısında bir sey yapmak mumkün degil, ewde arastırmalar ve calısmalar yapamk icin, derste gosterilen, ders anlatmak icin hazırlanmıs pdf sunumu rica ettim onu bile alamdım, bu tuürden bilgisyarda hazırlanmıs calısmaların baska baska universitelerde elden dagıtıldıgına sahidim. sırf devlet okulu oldugu icinmi bu hantallık? diye sorguladım, elestirilerimi anlatamdıgım icin uzgunum, fakat burda daha acık soylyecek bir sey bulamıyorum, bu sebeple kafamdaki univeriste lise farkını, universite, belli bir konuda uzmanlasmayı fedefledigi icin, kisiyi arsatırmaya yonelten kurum olmalıyken, lise daha cok bilgiyi aynı anda aynı duzaeyde veren kurumdur. bu yuzden meslek lisesi memleket meselesi, normal liselerden farklı olarak standart, tek tip insan yetistirmek yerine amaca yonelik, nerdeyse universite gbi calısan kurumlardır. dersin, genel gidisatından kendimi bir kutu sut olarak fabrika raylarında gormemin yansıması, o lise elestirileri olarak vucud buldu.
-------------------------------------------------------------------
18.07.2008
--cevap--
> Merhaba,
mesajından anladığım kadarıyla bizim Ed.D.Öc.Mimarlık
dersini almışsın ve sömestr sonunda fx sınavına kalmışsın. Dersimizin
görsel malzemeyle anlatıldığı doğru, derste gerçekten rahatsızlık
verecek kadar gürültü yapan öğrenciler olduğu da... Bildiğin gibi biz
beş kişilik bir kadroyuz ve hepimiz bu dersin çeşitli konularını
anlatıyoruz. Aşırı gürültüde herkesin farklı reaksiyonu olabilir, bu
yüzden
herhangi bir hocanın öğrenciye nasıl hitap ettiğini buraya taşımanı
yadırgadığımı söyleyebilirim ( o raddeye gelinceye kadar o hoca acaba
kaç kere sessiz olunmasını talep etmiştir ?!!) . Fx sistemine ben de tam
adapte olamadım, ancak bir öğrenciyi doğrudan bırakmaktan daha iyi
olduğunu düşünüyorum. Dialarla gösterilen bir derste başarılı olunamaz
ya da f alınamaz diye bir kural da yok. Öğrenciden 'tromplar kubbeyi
bulmuştur', 'yunan uygarlığı kemeri bulmuştur', 'bazilika bir çeşit dini
yapıdır', 'Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları kayak merkezleriyle ünlüdür'
gibi cevaplar aldığımızda tabii ki kırık not vermek zorunda kalıyoruz.
Bence buradaki en büyük problem liseden gelen öğrencilerin ezber ve test
sisteminden çıkmış olmaları, ve her konuda a b c şıkkı olmalı diye
düşünmeleri; yoksa bizim dersimizi dikkatli ve anlayarak dinleyen bir
öğrencinin fazladan çalışmasına bile gerek kalmaz; mutlaka başarılı olur.
Yine de aklına takılan herhangi bir konu olursa biz her zaman yanıtlamaya
hazırız. Sana iyi günler dilerim.
A.
-------------------------------------------------------------------
saygıdeger hocam;
geri donup beni muhattab aldıgınız icin size tesekkur ederim, bu ortama
tasımak dediginiz ortam eger internet ortamı ise buna bir anlam veremedim,
mektuplamı belirtseydim sıkıntılarımı? yok eger bir tartısma ortamıysa
bahsedilen ve 'soruın edecek ne var' kanatinde bir yaklasımınız varsa,
sanırım beni etkleyecek bir cozumu olmadıgını bilmeme ragmen biraz fazla
heycanlı davrandıgımı dusunmektesiniz. dogrudur. notumun nerelerden nereye
dustugunu hesplayınca biraz genc davranmıs, ve haklı oldugumu dusundugum
konuyu savunma ihtiyacı hissetmisimdir. yasım ilerledikce dusuncelerim
torpulencek daha suskun bireyler haline gelebilmem icin adamsende ci
takımına girecegimdir.
ama yinede, 5 kisilik bir kadro olmanız her bir ferdin ogretmen
oldugu gercegini yok etmiyor. gurultu yapan ogrenciler diyorsunuz, bn
kosusturmaca oynayan cocuklar gordum.. saygıdeger hocam, okullardaki
ingilzce dersleri aksattırlımay calılılırken ozel ingilzce kursalarınınn
tıklım tıkıs dolması, 'oraya para veriyon tabi gidicenn' mantıgıyla
anlasılacak bir durum degildir. mesele ilgili kalabalıgın toplanması
meselesidir. aynı sey okul dersleri icinde gercerli, siz eminmki bnim
yasadıgım gun kadar girms cıkmıssınızdır o anfiye ama, bn sizden daha
farkllı dersleri gormeye girdim cıktım, ve 'o gurultu yapan topluluukla' , o
parayı verip de dinleyen topluluukla girdim, kimse gurultu yapmadı, dersin
hocası yoklama zorunluluugunu kaldırdı, 15 kisi geldi derse 30 ksii geldi,
ama verimli bir drs islendi, obur hafta 5 ksisi arttı 3 kisi eksildi, geln
faydalandı giden faydalandı. anfide gecen ders, sırf koltukları rahatsız
oldugu icn degil, dersi de dinleyebilmek icin 'uyku saati' olarak gorulmedi.
haklısınız diyorusunz ki bn okdar calısyorum kimse gelmez o zmn derse, o
halde lisedeki silahlaramı dolduruyoruz? yoklamyala mı ogrenci tutuyoruz?
alabalık ciftlklerinde bile bir akıs var, havuz- kapan esir kamplarına has
bi anlayıs, universiteye yakıstıramaayısımın sebebi budur. sene sonunda
dusuk notları gorunce uzuluyoruz diyorsunuz. fx aldım diye demiyorum, bana
cok daha fazla sey katabilecekken katamadıgınızı soylemek ve bu konuda
uzuntulu oldugumu belirtmek adına cevap veriyorum, keske catımıza uygun
dersler, sakin az insanlı ve verimli gecselerdi, o zaman derse katılımlarda
bulunan ogrenciler, kendi anılarını anlatan tecrubeli ogretmenler olarak
hotmailin server'larında kaydımız bulunurdu.
kücük kız adımlarını hızlandırdı. sabahın bu saatinde süt ve ekmek almaya cıkmadıysa neden ters yone gitsindi ki, okul var ders var. kedinin kupalarla dolu rafta yurumesine benziyorudu carsamba gecesinin bos siselerine ve izmaritlerine surtunmeden ilerlerken, hafta ortası tatil gecesi. ögrencilerle dolu bir sehirde haftasonunda dagıtmak carsamba kadar mantıklı degil. aah o illet kelime. seytan görsün yüzünü... cocuklardan daha ufakca olanı farketti kızı. parmagını uzattıp oburune, en son ogrendigi kelimleriden birini soyledi."kırmızı"
beyazın icinde syah ne cabuk bulunuyo. bu bi kanun degilmi? saflık kanunu, saf siyahın icindeki beyaz icinde (kısmen) gecerli olan basit bir kanun. masumiyet cocuklar dogarken onlara takılmasaydı iste o zaman siyahın icindeki beyazı farketmek erdem sayılacaktı.
saat 22.30 alarm caldı. uyanma zamanı. saat 4.00 da acılan mekanlara gidebilmek icin gerkli hazırlık tamammlandı alarmı bu. kendine gelip kan emmek icin kullanıcagın dislerini törpüledikten sonra eğlencelere akabilrsin artık. hadi cocugum, aynayla kesişip durma yakısıklısın yakısıklı.. saat 22.54 yokusun aşşağındanki bakkal acık. yakısklıya bi paket sigara haydar abi.. mumkunse sorularındann da sorma, oo erkencisin bu gun, yinemi eylnceye boyle okunurmu.. yada bak benim cocugum muhendisliği bitirdi konuşmalrından herhangibirini kaldıramıyacak kadar sıra-dışı bir gece gecirmek istiyo yakısklı gormuyomusn sarı çeperli kaplan gözlerini.
iki bucuk katlı bir ev yaptırmıştı küçük kızın babası. mimarlıktan falan pek anlamazdı ama resmi severdi. dar açılı üçgen isveç sivri çatı yı binanın ortasına diilde hafiff sola kaydırdığıı bi villa... dıs kaplaması tahtalardan en solunda hafif çıkıntılı üc katlı dar yüzeyin ikibuçkuncuu katından başlayan çatı 3. katı geçip tekrarr aşşağıyaa iniyordu. aslında bu benim planımdı. İnsan-oğlunu kandıramyıı cok sevdigim ve kudretimin topraklardan ağaçlara hukmettigi genclik zamanlarımı hatıraldığıım dönemlerden birindeydik. yaşlanıp elden ayaktan duşene kadar herkesin cok seveceği sevimli bir yapıyken, kocayıp torunlar da terkedince, evle kimse ilgilenemiycek hale gelince onunnden gecmeyee cekinilecek bir ev. zaten on kapınınn tam dibine sıra sıra selvilerii diktirmemin en onemlii sebebbi bu. simdi ayın gunesten caldıgı ısıgını, curumus ama hala kısmen beyaz perdelere ve tahtalarına boyayyıp selvilerin arasından silüetini salıyo karanlığa. artık o sevimli evden eser yok! hesapladıgımdan cok daha erken çokmeseydi bu aile, belki kucuk kız babasına yardım eder onarırlardı evlerini. yok yok iyi oldu. benim hesaplayamadıgım sadece bu aile diil, butun insanlık, butun topraklarım. yaslandım. hukmettigim butun topraklarımı kızlarımaa bırakma zamanı geldi. üç evladıma brakacagım butun hukumdarlıgımı. henuz olmedim ama yaslandım, tamamen silinmeden yer yuzunden, buralarda braktıgım tek eserim bir kac kucuk ev, agac vesayreden ibaret olmamamalı, üç evlat yetistirdim. birbirine hic benzemeyen üç kız cocugu. en onemli eserim onlar benim.
kucuk kız üniversite yıllarında şunu yaptım bunu yaptım diyebilmek icinmi bu gece sokaklarda, yoksa onun dogal halimi bu sorusunu bir bira oncesinde brakalı bi kac dakikka olmustu ki garson tazeliyleimmi abla diye bitiverdi dibinde. daha nezih bir yerdenmi baslamak gerk ti acaba!. o srada delikanlıyı ve sarı gozelrini farketti şerefine kaldırılan koca bardak biranınn rengiyle karısık... gulumsedi..
kızlarımın her biri beni anlamıslar. üslubumu benimsemelerine ragmen her biri bambaska silahlar kullanıyorlar. ortanca kızım "gülümseme"yi cok sever. bayılır. aksam yemeklerimizde masa başında toplandıgımız zamanları hatırlıyorum. herkes vaktinde gelirdi masaya. o zamanlar katı bir babaydım gerci ama kızlarıma karsı hic sert davranmadım, zorlayıcı olmadım. onlara sadece ornek oldum hatta kendimi basarılı bile sayablirim ornek bir baba olarak yapmam gerekenii yaptım, her biri masanın kendi oturdukları tarafından gorduklerii icin beni farklı yuzlerimi tanıdılar, farklı silahlarımı farkettiler. sevglii ortancaa kızım, gulumsemek onunn icn ara sıcaklar gbi birseydi, ana yemek her zaman gizliydi.
bar, karanlık insnalrla dolmya baslamıs, alkol cuzdandaki bütün aylıgı emmeye devam ediyordu. delikanlı artık sadece serefe kadeh kaldırmanın ilkelliği ile arsızlığın ve dansa kalkmanın eskiliğini birbirine karıstırmakla uğraşıyordu. sarhoş sayılmazdı ama, kücük kıza bakıp aklına sadece bu ikilem ve hangisninn daha eski den geldigni dusunuyoo olması tamamiyle benim yaşlılığımdan ileri geliyo. artık kızlarıma devretmenin zamanı geldi butun topraklarımı.
gülümsemek kucuk kıza cok yakısyor. ama bu defa farklı, kalbi hızlı hızı carpmya basladı. en son yaptıgı mantıklı hareket, kalkan onca kadehe karsılık olark kendisininnde bir kadeh kaldırıp kaldırmammasıni dusunmesiydi. bu bile mantiıklı sayılmazdı nitekim karsılık olarak bir kadeh kaldırmammıstı belki ama, gulumsemek coktan iki koluna ipek prangaları takmıstı. farkında olmadıgı esareti perçinlemek adına "kapılarıı kapatııın" diye bagıran zebaniye inat kaldırdı kadehini ve gulumsedi tekrar başını hafif onune eyerken.
benim sevgili ortanca kızım, ana yemegi daima bu. bu hızlı kalp atısları. takdirime şayan seçimi. fuşya fularını gilzeyen deniz yesili ipek elbisesinin geniş bilezikli kolları bütün sofrada salınıyor ve masanın ortasına her uzandıgına kendi kimligini gizliyordu. eski aksam yemeklerimiz, benim katı bir baba oldugum zamanlrdan kalan soguk bir anı yanlızca.. "zaman" masamızın yanında bizi eylendiren bir soytarıydı oysa.
topraklarım, yesili sevdigim zaman yesil cimenlerle kaplıysa benim hukmum altındadır. bn bazen siyahı severim, petrol butun suları sarar. bn bazen atesi severim ormanlar yanar. hic bitmeyen yangınlar hukumdarlıgımın şanınndandır. uzun ufuk cizgilerinden sıkıldıgım zamnlarda sehirlere dalarım. arka sokaklar da koca koca konteynırları yakarım. gun gelir yukseklere tırmanırım. gelip gecen ucaklar daha pistlerindeyken bn oradayım. gun gelir yerin icine dalarım. derin madenlerde havayı kapatan yine benim adamlarım. artık sivri catılı kileslerden usandım. karanlık, kan ve yarasalar; barda gecen birkac biralık hikaye kadar sarmıyor beni. ihanet ettikleri icinmi sevmiyorum bilemiyorum ama o "zaman"ın kellesini ucuracagım, artık hic keyif vermiyor bana. "gotik" kelimesini ilk buldugum gunu hatırlıyorum. ah son dogan kızım, ortacagda bana ihanet etmeseydi ararmıydım ki bu kelimeyi. ismini hatırlamak istemiyorum benim artık iki kızım var. ihaneti affedemem. son goz agrım bile yapsa kabullenemem. "zaman", bu defa seni dinlemiycem, onu asla affetmiycem.
kucuk kız ve delkanlı bir baska bara gecemek uzre bu karanlık yerden ayrılırken arkada braktıkları arkadasları yarının kurtarıcıları olacak...( "zaman", sadık hizmetkarım; bu kadar hicivli ve durust bir anlatım bna biraz fazla, dogrularını falan sakla). adımlarını hızlandırdıkları sırada delikanlı, pul kolleksiyonunu bahane etmek icin yeni bir bara girmek gerekiyomu yoksa zaten posta memuru kadar bol yalamısmıdır diye etiket aradı kucuk kızn anlında ve tavrında. yuzune baktı ve gulumseyerek "makyajını senmi yaptın cok fena olmus" manasına gelen bir kac ses cıkardı. belkide o saatte bardan cıkan genclerin anlıyabilecekleri bir dialogtu bu.. tabi bir dialog olsaydı boyle olurdu. kucuk kız o kdr kendinde diil ve ipek prangaların işkencesindeydi ki ne agzından dokulen kelimelerini secebliyordu, nede kulagına giren sesleri. sokakalar kucuk kızdan oyle şeyler duyuyordu ki dilinin ucuna gelen manalarda, gunduz vakti kerpetenle tek tek dislerini sokmeye calısaalar bile cıkartamazlardı. en hasmetli zabanilerin zorlanacagı gizlililkte kelimelre şahitti sokak kopekleri.
catallı sesini hep anneisne benzetirim, degerli buyuk kızım, ilk goz agrım. sakin yaradılıslı ve otoriter tavrını destekleyn bir vucudu var. cıkık omuzları, dolgun goğüsleri ne kadar anaç olduğunun bir gostergesi. prensipli kızım benim. asla taviz vermeyen halleri, gencliğimde bindiğim boğaları hatırlatır ispanyada. insanlar, benden kacarken asla girmiyecekleri cıkmaz sokaklara saparlar ve can verirlerdi boynuzların sivri uclarında. daha sonraları isyanlar basladı bana karsı. kucuk bir kısmı hala devam ediyor arenalarda.. yaslanıyorum galiba bir iki kiside olsa kacmıyor adeta...
ne kucuk kızın son dediklerini delikanlı anlamıştı nede delikanlının gevelediklerini küçük kız ama, her ne kadar kızın bahsettigi sey cok yoruldugu ve kendi evine gitmek istedigi olsada, ikilininn ortak kararrı daha ayık olan delikanlılınınn evine gitmekti....... degerli buyuk kızım.. dalgınlık, sırtında asılı savaşcı yayıydı iki metrelik, özgürlük oklarını utanmazlık yağına bandırırdı arada bir. benim degerli kızım ne kadar da iyi anlamıs beni, bütün topraklarımı gönül rahatlığı ile en degerli hazineme, kıymetli evlatlarıma brakabilirim artık. zaman seni dinlemiyorum, topraklarımı pay edip 21. yüzyıldan cekiliyorum. belki bir kac silahım ve adamımla arka sokaklarda o eski gunleri ararım, sinemaya gider tiaytroları dolasırım, eski yaptırdıgım kosklerimin derin mahzenlerinde sarap kokusunda farelerle oynarım.
küçük kızın babası annesi öldukten sonra kötü davranmaya basaldı cocuguna. baslarda babasından cekinirdi ama daha sonra aldırıs etmememye basladı bagırıslara. catı katı onun eviydi sivri tepesine tırmanıp baykuslarımı izlerdi karanlıkta, hadi dedi delikanlıya ormanda kosalım. delikanlıda bir parca tesirim var, girmedi. kosmak icin daha iyi bir fikrim var dedi nehrin kenarındaki duz yol, ustelik yorulursak evim de oracıkta.
artık benim hic bir kıymetim yok bu cagda. sadece gostermelik bir kac oda da veya kafada. kendi topraklarımda uretilen ögretiler bana karsı birer savaşcı. "zaman" senin kelleni alacagım artık benden gizleme sakın dogrularını.. billiyorum kızalrımm seni öldurmekle tehtid ediyorlar, kahvehane koseleri, bilgisayar oyunları urettiriyorlar. futbol oynatıp izlettiriyorlar ama sakın korkma bn hala ayaktayım. davranıslarına mantık katmıslar topraklarımın her kosesine bucagına ekmisler tohum tohum. sinsi kızlarım bana karsı birlesmisler topraklarımdan beni def edecekler.
küçük kızı nehrin kenarında gören haydar bakkal uyardı, kızım dedi yapma, mantıklı dusundugun zaman özür dileyeceksin sokaklardan. işime karısma dedi delikanlı, gecenin yarısı pencereler acıldı ihtiyarlar cama fırladı. kücük kız bakkala donüp haykırdı, beyaz tahtalarından fıskıran yosunları temizlemekmi mantıklı olan, yoksa "beyaz" defterimde ve carsafımda mı kalmalı. gecmisimi biliyormusunzu ki bana yüksek katlardan kıvrık burnunnuzla bakıyorsunuz ey ihtiyarlar.. mantıklı dusunuyorum ve adamı seviyorum. benimle kim kalacak benden baska, koynunna girdigim bu yanlızlıkta. artık baykuslarla oynamak istemiyorum kacınız sarıldı bir baykuşa mantıklı düşünüyorum ve buradayım bakkal amca. ben karanlıklarda sarp kayalıkların okyanusla sexini dinledim en sert zamanlarında sabahlara kadar gizlendim, ormanlarda yurudum kuyulara indim iki basamak kat tırmanıp geceyi gecirmek mi hah guldurme beni bakkal amca...
ismni anmak istemedigim en son goz agrım benim meger ne kadar da hakkını yemisim. varlıgına lanet ettigim en degerli kızım benim. artık herseyi görebilyiorum, elimde avucumda ne bir silahım ne bir adamım kaldı ama ewet seni seviyorum kıymetli kızım benim en degerli en sevgili kızım seni her zaman sevdim ama sana gelmek kolay olmadı beni affedebilmen icin "zaman" cok ugraştı. hakkın olanı senden aldım, kendi kızlarıma karsı savasmak zorundayım ne acı. sadık soytarım "zaman", beni madara etti.
dinlemedi kucuk kız, delikanlı suskundu. meydan muharebesinde toz dumana karısmıs, bi tarafta tek basına kucuk kız duruyor ama, öbur tarafta kim tozutuyor o yok ortada. toplumla savasan bir kız cocugu. kendi kendine mi savasıyor yoksa kendisiylemi savasıyor anlasılamıyordu gecenin karnlıgında.. dinlemedi küçük kız, babası peri diye bir sey yok dediginde de dinlememmisti, dunya yuvarlak dendiginde de dinlememmisti insan doğup büyüyüp sonrada ölüyorduysa, doga da agaclar tohumdan gövdeye, ardından yaslanıp dokuluyorsa hayvanlar birbirni yiyip uzun ince yolun sonuna geliyorsa birer birer, dunya neden canlı olmasındı ki. yada gunes neden olmesin neden bitmesindi. dunya yuvarlak diildi.hele bu cağda, cok mantıksızdı yuvarlak olması tamamen aldatmacaydı bilgisayarların ve yuvarlak objektiflerin isi olsa gerekti bütün bu tantana. dinlemedi. en son goz agrımı topraklarımdan sürmeden önceleri basit bir görsellik yeterli oluyordu benzeri durumlarda, vampirler uzaydan gelen yaratıklar, pokemonları gercek saydılar hatta anlasılması icin bir kac cilt kitap daha yazılması gerekse bile "kapital" bile tutmustu.. simdi dinlemiyor kimse. dünya bir alısveris merkezinin otoparkında yuruyen insnlarla dolu her on metrede bir direk her direk te ayrı bir megafon var, isteyen istedigi kanalı dinliyor, en kıymetli ve degerli ve bilgili ve sevgli kızmı kovdugum icin buralardan, kimse tek bir mikrofondan yayın yapıldıgını kabul etmiyor bunu dinlemiyor.
sabah, ogrenci kentinin tam ortasındaki kayıp odaya dogdugunda haz ve merak kovanları sacılmıstı yatagın cevresine. herkes icin sradan bir gun du. delikanlı uyuyor, kedi uyuyor kitaplar defterler uyuyordu. kücük kız uyandı. evine gitmek yada bir kopruden kendini bırakmak. insan oglu bu secimlerle karsılasmamalı.
en son goz agrım.. sofrada hep birlikte yemek yerken ablallarını patavatsızca elestirmesi, dürüstlüğü en erdemli silahmıymış, tevekkeli ses cıkarmadıgım icin kıskandılar kardeslerini, beni kışkırtan da onlar oldu. erdeminin farkına varmamam icin soytarıyı da susturmaya calsıanlar hep onlardı. farkına varamadım. topraklarımı geri almalıyım. cok kan kaybettim, ustelik topraklarımda eskisi gbi genis ve verimli degiller, her karışında mantık tohumları ekili. eski usulde yetisecek bitkiler birer birer dokulecekler. sevgili vede kıymetli son goz agrım, en onemli silahı durustlugu her silahtan cok daha etkili, her silahtan cok daha sinsi. artık gercekleri anlıyorum savasalım ve toprkları karıs karıs kurtaralım.. soytarı bize yol gosterecek, yanlızca baslayalım..
yaşlı adam kızın arkasından seslendi " ne kadar guzel bir gun degilmi? kücçük kız köprünün ve ölümün, babasının yosunlu koskunu ve annesinin mermer yatagını dusunurken bu ses kulak verdi, arkasını donup deli adama baktı. ihtiyar camdan izliyordu, cocukların yanınnda oturan deli gülümsedi ve, tekrar "-ne kadar guzel bir gun degilmi kızm, tıpkı senin gbi" küçük kız gülümsedi, geri geldi ve banka oturdu. bir sure konusmadılar. ama artık deli adam ne derse dinleyecekti.
ps:Kral Lear’ı okudugumda alınmasaydım ona ‘korku’ kızlarınada hata heycan ve inanc dermiydim?
kucuk kız desem cokmu ayıp olur? nehrin yanınndan geciyor . benim kadar yaslı olmayan bi kıza, birazcıkta saclarını başınınn iki yanında topladıgıı icin sanırım kcuuk kız demek dogru geliyor. altmıs bes yasını dolduralı 4 ay kadar olmus hatta sorsan coktan 70 ine basmıs, sokakların adını bilmedigi yaslı kurt. kopeklerinin efendisi, dunyanın efendisi, ayakta durmayıı basardıgı icn mi 'deli' yoksa dunya mı deli bilinmez, esnafın acıdıgı icin yemek verdigi, icten ice herkesin kendini tatmin etmek adına gulumsedigi bi adam. bir üniversite ögrencisi deli diyor diye deli olcak degil ya! kucuk kız ve deli adam. basılmaması gereken cimen aynı cimen, su aynı, toprak aynı, guneş aynı gunes, tepede.
eskiden olsa bu sokaklarda cadı kovalanırdı, belkide karıstırıyorum, cok yaslıyım, bu sokaklar daha acılmammıstı. "sis" aah sag kolum, kacan, neyden kactıgını bilmeyen kurtlar tanıdım burda dogru ya, ustelik bilgindiler. kurt balıgı vardı disleri kocaman sırtında ucgen cıkıntısı vardı en cok o cıkıntıyı severdim, hep oraya otururdum. hatta o kdar cok severdim ki, derinleri cok sevmeme ragmen kurt balıgı mavi carsafı yırtmaya basladıgı gbi kosar yetisirdim.. artık tadı yok. yaslandım sanırm bütün diyarları ele gecirdim, her zerreye hukmetim. butun dunya benim. yaslanmıs olablirim ama henuz ölmedim ve sağlıgımda ölümümümün nleri değiştiricegini görmek istiyorum. bu eskii tabureye kim oturacak, tahtıma, yerime kim gececek.
soguk ve karanlık bir gece diildi, hatta gece hic diildi. romantik momantik bi aksam ustu bile olamıyacak kadar sabahın körüydü... hayır hayır bu olmadı, romantik bir gece olması gerek..
"nehrin kenarında iki kucuk cocuk bir ornek giyinmis tek farkları boyları annelerine dogru kosarken farkettim gelisini" ııh bu da fazla romantik napıcaksın ardındaann evlenicekmisn. basit kesir nedir bilirmisn? demek geldi icimden. ogrenci sehri ne de olsa yuzde doksan talebedir. derken onumden gecip giden bir fırsat daha. yarın bu bir is adamı olacak, izledigim nehir gögu delen plaza, iki kücük cocukta binanın dibine dikilmis gostermelik bitki, agac, toprak herneyse. cebimden telefonumu cıkartıp cevirebilecegim o kadar cok numara varki, 9 üzeri 'i' mi ne.. bi cogu da karşısında beni buldugu icin mutlu olur hatta.. ne garip. o plazalar kadar yuksek olmasa bile bi kac kat yukarıdan caddeye bakınca cok fazla yanlız insann goruyosun ironi irenc bi kelime. ironiyle mantık tek yumurta ikizleri iki dişi. birbirnden farklı diyen bi kac düzine insan bulunablir? 4. kattan torunlarını izleyen bir ihtiyar, bütün gece gözüne uyku girmemesine ragmen balkonda. apartmandan gelen kapı seslerine actıgı sırada kapıyı, kapıcıyla karslastı gasteyi ilk once kapma oyununna basladı, gözlerindeki uykusuzlugun cevabı olarak kapıcıya: "sen hic baykusa sarıldınmı?."
sevgili polis abi. ben burslu okuyan ve bir haftayı 20 ytl ile oglen yemklerini tabildotla arada sırada da aksam yemegi yiyebilerek gecirmek zorunda olan bir öğrencinin, iş aramak maksadı ile istanbulun göbeğine, beyoğluna gelmesine ve bütün gun dolasıp çok acıktıgı için polis karakolunun iki adım ilersinde vatandasın kaldırımını gasp eden bir 'ocakbası' (istiklal caddesinin ust paraleli anahtarcının yanı) ndan iki tane durume 25 milyon para istenmesini anlatıp anlatamıyack birileri varmı merak ediyorum. ayrıca merak ettiğim sey birlieri benim 20 milyonumu o soygunculardan alıp ihtiyacı olan birisine verebilirmi? tesekkurler
Not: avrupa birligi soganı kim ekicek diye tartısıyo. bir cin atasozu derki, küçük toplumde kuıcuk seyleri abartırlar buturler , buyuk toplumalrada buyuk seyler kucuk seyler gibi görül.................
Ses yoktur. Yaprak kıpırdar, kuslar öter ama ses yoktur. Nehrin taşları akan suyu döver, toprak testi hüşu ile eyer başını Çerkez gelin su koyar. Saki bekler. Saki kenarda nehir yolunu boşaltsın diye Çerkez kızını bekler.
Su sofraya gider, saki nehre iner. Buzgibi su sogutmustur şarabı. Bir gun once bıraktığı emanetini teslim alır. Ağır ağır meclise ilerler.
meclisete herkes onu bekler. İş dısarda, eş dısarda, ses yok havada. Yaprak kıpırdar kuşlar öter ama ses havada. Mecliste aşk bekler. Saki yolda…
kimse konuşmaz. Saki iceri girer, en kıdemsizin yanından gecer, halka halinde dizlien bekliyenler onu izler. Bu srada kainat döner.
saki ortaya gelir zeybek dizi yeri öper. Gözleri meclisin misafirine doner.. bekler… misafir basını eger gözunu eger destur verir derki başla.. ses yok havada.
saki güğümden kan kırmızı şarabı boşaltır, koca testi çalkalanır. Bütün bekliyenler onu izler. Şarap doğudan batıya döner..
Saki ayağa kalkar misafire ilerler. Ellerini birlesik tutarki misafirin ellerine deymesin, uzatır bir yudum ikram eder. Misafir ellerini yakın tutar ve kadehi alır. İçer. Bir yudum icer ve geri uzatır. Saki kadehi alır bir adım sola geçer. Saki sola geçer, elindeki kadehi bir dudak payı döner..
misafiri davet edene ikram eder. Ellerini birleşik tutar ki elleri deymesin, usuldendir. Meclisin kıdemlisi alır bir yudum içer. Geri uzatır. Kimse konuşmaz herkes izler. Saki bir sola bir sola bütün cemiyeti döner.
Tam üç tur. Herkes birer yudum içer. Konuşmaya gerek yoktur. Kaş göz oynamadan konusan bakıslar her şeyi ifade eder. Her şey aşk tır. Kaş göz oynatmak ayıptır. Cezası oldukça ağardır. Bir sonraki meclise çağırılmamaktır. Bu, parmakla gösterilemye dalalettir. Yerin dibine girmektir.
Üç tur biter, kıdemli kişi ayağa kalkar. Soze başlar şiirini söyler. O cemiyetin gundemi o şiirde belirlenir. Herkez hafızasını yoklar. Şiirsiz söz edilmez. Cumlelerde kafiyeden vazgecilmez.
Kainat döndü, dünya döndü, şarap döndü, elinde kadehle saki döndü, her durakta ayrı dudak kadeh döndu, şairin dili, cemiyetin başı döndü artık sıra güğümdedir. sırtına aldığı şarabı bülbül yuvası küçücük kadehlere pay etmeye, davetlilerin şiirleri arasında gezdirmeye başlar.
Sakiden şarap istenmez, sakiyle laubali olunmaz, yüzler gülümser şiir le döner diller, dili dönmeye müsait kış cemiyetlerinde meclisten sonra eve dahi gidilmez. Sokakta sarhoş olunmaz.
Bu gün o meclis kurulmaz. Ne o meclise cemiyet ne o cemiyete aşk ne o aşka şiir ne o şiire hizmeten bir saki bulunmaz. Öyle dönen de yok öyle görende yok. Parçalanmış hayallerimizde canlandıramadığımız kimliklere binaen kurulu bir odamız var. Aynalarımızdan kendimizi yakalamyı, bakarak konuşmayı beceremediğimizde ayıplamayı amaç edindik. Işıklarımız bize yol göstersin, hayal edemediğimiz silüetimizi çizsin. Varsın kıpırdayacak yapragımız dalında ötecek bülbülümüz olmasın. Müstahaktır bu 4 köşeye aynalı beyit bize altın kafes oluversin.
ben bir ayakkabı boyacısıyım. küçüklükte başladım bu mesleğe ekmek parasından ziyade, evde boş oturmak istemedim, arkadasşlarımla oyun oynamak istemedim ben boya yapmak da istemedim belki ama boyacı oldum. ayakkabı boyacısı. tahtadan bir sandığım var teyzemgillerin evinde şimdi, merdivenin altında. orda kalıyorum çünkü samatyada orası. hergun olmasada çok günlerinde çıktım dolaştım haftanın. para kazandımm. parmaklarımla kurcaladığım için sanırm barmak kadar kazndım. bu parayla kavrayabiliceem bir golf sopası yada basketbol topu yada spor bir araba yada gerçek bir tenis raketi (ahmetinki var bende, pazardan..) yada bir pipo alırsam, belki o zaman avuçlarımla sarılabilirim işime. herneyse derdim para diil aslında;
ben her işe çıktığımda parmaklarım kirlenir. parmaklarım nasıl kirlenir? bi defa kirlendikten sonra neden birdaha kirlenir? insan bu koccaman şey gözüne gözüne sokulsada göremiyo işte. Samatyada merdiven altında bekliyen sandıktan bahsetmiştim. neden evin içinde olmadığını bileniniz varmı? mutfağa yada salona , brakın ikinci kata bile hiç çıkmayaışının sebebini biliyormusunuz? olmazmı, benim sandığım televizyonunn karşısına kurulamazmı? pis diyemi? e o sandığı pisleten ellerim her gece yatağıma giriyo.. Sebebini ögrendim. ortalama 28 günde deri kendisini yeniliyormuş. bir zaman bu organikliğe sahip olan zavallı sandığımsa, artık bu ince dizayndan mahrum.
Pahalı pahalı arablara bakıyorumda ne güzel yapmışlar aynı reklamlardaki gibi, ne güzel parlıyo aynı dergideki gibi, ne guzel kızlar biniyo, aynı filmlerdeki gbi, ne guzel süratleniyo, aynı oyunlardaki gibi, ne guzel kokuyo aynı eli pipo tutan adam gibi, ne kadar güvenli tıpkı haberlerdeki gibi.. doğrusu onu görüpte bakmamak olmaz.
Birşeyin farkına vardımki; biriyle konuşurken, konuşmamın herhangi bir kısmında karşımdakinin bende çözdüğünü sandığını tahmin ettiğim bir kapıdan ışık gelirse, mantklı insanların yapacağı gibi o kapıyı kapatmıyorum. Aksine dokunmadan, nadiren üfleyerek ardına değinceye kadar açılmasını bekliyorum.
Oldumolası kendimi bir ilüzyona bir hava boşluğuna, ağacsam kof bir agaca, benzemekle yargılamışımdır. herhalde bunun diyeti olarak, kapılarını yıktığı bir düşman kalesine saldırmalarını izlemek, tartıştığım insanlarla beni, hele bide doğru tespitte bulunabilseler.. varlığımı ıspatlıyo.